Lapsekili
  PKK kimin işine yarıyor?
 
kimin işine yariyor? mahir kaynak ile görünmeyeni görmek, sorulmayanı sormak için bir yönetme biçimi olarak provokasyonu konuştuk. yapılıp edilene dair sorular sorma yeteneğini geliştirmeyi denedik ve "kimin işine yarıyor" sorusunu birinci sıraya aldık.... -bir yöntem olarak komplo, provokasyon, psikolojik savaş... bu toplum ne kadar da çok yaşadı bunların sonuçlarını. yaşadı ama olup biteni analiz edemedi, açıkçası uyanamadı toplum. siz ise hep aykırı şeyler söylediniz, farklı yerlerden bakıp, olayların farklı cephelerden fotoğraflarını anlatmaya çalıştınız. zaman zaman provokasyonları anlattınız, zaman zaman da aktörlerinden haber verdiniz. anlattıklarım? heyecanla dinlendi. kritik bir yerde duruyorsunuz/bu üç kavramı yanyana izlediğimizde, siyasal hayatta ve sosyal hayatta nerde, nasıl karşımıza çıkar? bir takım çevrelerin dünyayı veya bir ülkeyi yönettiğini kabul ettiğimiz zaman, provokasyon bunların metotlarından bir tanesidir. provokasyonda önemli olan etki değil, doğacak tepkilerdir. yani birileri eğer tepki üzerine oynuyor ve beklediği tepkileri almak için hareket ediyorsa bu bir provokasyondur, insanlar genel olarak etkiler üzerinde analiz yaparlar. yani bir insan öldürüldüyse; kim öldürdü, niçin öldürdü, hangi silahla öldürdü gibi... halbuki esas olan bu ölümün, bu eylemin yaratacağı tepkilerdir. amaç zaten o tepkilerdir, insanlar hiç farkına varmadığı halde karşı tarafın beklediği tepkileri gösterirler ve asıl amaçlanan da odur. bir siyasi cinayetle olduğu gibi yayınlanan bir haberle de provokasyon yapılabilir. siz etkiler üzerine yoğunlaşıp onun üzerinde ahkam kesmeye başladığınızda, tepki analizini unuttuğunuzda, o eylemi yaratanların asıl amacı hasıl olmuş demektir. bir örnek; bizim gençlik yıllarımızda arada bir atatürk heykellerine saldırılar olurdu. çekiçle vurup kırarlardı. toplum da "caniler harekete geçti" derdi. burada asıl beklenen, kemalist, laik kesimin bir tehlike karşısında toparlanmasıdır ve bu bir provokasyondur. -peki istihbarat alanında provokasyon? o biraz daha farklıdır. herhangi bir suçu işlemek veya bir eylem yapmak niyetinde olmayanları, önce o suçu işlemeye, o eylemi yapmaya ikna eder. sonra da gidip ihbar edersiniz. bu yöntem belirli kesimleri tasfiye etmek amacıyla kullanılır. terim, ilk olarak bu tür olaylardan kaynaklanmıştır. bir takım adamlara gidip dersin ki; kardeşim gidelim devleti yıkalım, burada islami bir rejim kuralım... onların hiç böyle br niyeti yoktur. önderlik edersiniz, sonra da hepsini devlete bildirir, mahkum edersiniz. böylece bu insanları saf dışı edersiniz. provokasyon budur. -burası biraz karışık gibi... yani provokasyonla istihbarat ajanı birbirine karışmıyor mu? karışıyor gibi ama değil. eğer herhangi bir grubun içerisine giren kişiye provokatör derseniz istihbarat yapman mümkün olmaz. şüphesiz ajan, içine girdiği grubun kimliğine bürünür. yani farklı bir kimliği vardır. orada bunu provokasyon olarak kabul etmek yanlıştır.. buradaki kriter şudur: ajan bu işin başlangıç noktası mıdır, olan tertipleyen kişi midir, yoksa hazır bir uygulamanın içerisine mi girmiştir? buna bakmak lazım. eğer hazır bir eylemin içerisine girmişse bu istihbarattır. ama kendisi bu eylemi hazırlamışsa o kişi provokatördür, -pkk gibi, hizbullah gibi oluşumların en başında içeriden iknayla oluşturulduğu, sonradan kontrol dışına çıktıkla söylenip durur. bu iki örneği nasıl analiz edeceksiniz? bazen devletin içerisinde bir grup bunu yapmış olabilir ama onun devlete atfedilmesi için devletin resmi politikasi olması lazım. devletin içerisindeki bir kişinin yapmış olması bu hareketin devlet tarafindan yapıldığı anlamını taşımaz. -devlete rağmen devlet içinde birileri diyelim... birileri yapabilir ama bu hiçbir zaman provokasyon da sayılmaz. her devletin içerisinde yönetimle ihtilafları olan devlet yönetimini ele geçirmek isteyen bulunabilir. o zaman bu operasyonu devlet operasyonu telakki edemeyiz. pkk olayında şu söylenir: geçmişte öcalan bir biçimde devletle ilgiliydi, bu bir kriter değildir. bir insanın bir ara devletin içerisinde görev yapmış olması -ki şahsın görev yapıp yapmadığını bilmiyoruz- bir kriter değildir. bu noktada şöyle söylemek mümkün: mustafa kemal bir osmanlı paşasıdır ve osmanlı'yı yıkmıştır. yani bir insanın geçmişteki kimliği gelecekteki eylemlerinin teminatı değildir. devlet dediğimiz gücün bu işin içerisinde olması lazımdır ki, pkk eylemlerinde bu yoktur. ama güneydoğu anadolu'daki olaylar için şunu söyleyebiliriz. devletin içerisinde çok farklı kanatlar oluştu. bu farklı kanatlardan pkkk'ya asıl olarak tavır alanlar, pkk'yı desteklemeseler bile kürt hareketinin destekçisi konumuna geldiler. sonuca bakalım, bir hesap yapalım, her şey ortada... türk halkı toplama-çıkarmayı bilse birçok meseleyi kolay halledeceğiz. eğer bu kadar büyük devlet gücü, böyle bir avuç terör örgütüyle başa çıkamıyor ise, biz hiçbir şeyle başa çıkamayız demektir. -bu ne anlama geliyor? pkk'nın varlığı birtakım çevreler için gereklidir. -kime gerekli? -güneydoğu'da bir güç oluşmuştur, güneydoğu'da geçmişte toprak ağası olanlar bugün ticaret ve siyaset burjuvası olmuşlar ve türk siyasetinde çok önemli rolleri var. ikincisi bunların altmış bin kişilik silahlı gücü var. ekonomik kaynak bütün olarak onlara gidiyor ve böylece askeri gücü olsa da devlet otoritesinin tam anlamıyla işlemediği bir yer haline geliyor. ve pkk bahanesiyle bu hale geldi. pkk olmasaydı, oradaki bu düzen kurulamazdı. kim pkk'ya en acımasız davranıyorsa, onlar esas itibariyle bu yapının oluşmasından yanalar. aslına bakılırsa kürt yapılanması da pkk etrafında değil, kuzeyde barzani ve talabani ile güneydoğu anadolu'da ticaret burjuvazisi ve siyaset burjuvazisi etrafında oluştu. bizi cambaza baktırıp başka bir yapı kurdurdular. -peki ankara bu tabloyu nasıl seyrediyor? tabloyu bu tür analiz etmiyorlar. çünkü başlangıçta bir silahlı hareket var. silahlı harekete bir isim koymak ve bununla mücadeleyi meşru kılmak son derece kolaydır. işte düşman, yürüyün! ... ama öbür türlü analiz yaptığınız zaman bir sürü yükle karşı karşıya gelirsiniz. birisi dese ki, "pkk'yı bırakın öbür tarafa bakın", adama pkk'lı derler ve demişlerdir de... -bu iş böyle nereye kadar gider? görüldüğü gibi orada farklı bk yapı oluştu. şunu da hemen söyleyelim; bütün bunlara rağmen pkk'nın orada devlet kurması mümkün değil. türkiye engellemese bile; barzani engeller, talabani engeller, güneydoğu'daki ağalar engeller, amerika engeller, iran engeller, suriye engeller... siz devreden çıksanız da engellerler. -provokasyonlardan her zaman gürültülü sonuçlar çıkmaz. belki de asıl sonuçların çoğu sessizdir. burada kademelerden, bir hiyerarşiden söz edilebilir mi? tabi... yöntemler ve kademeler farklı olabilir. her zaman silahlı çatışma olmaz. toplumda bir haber yayarsınız, tepkileri ekonomik olabilir, sosyal olabilir, sanat konusunda olabilir... diyelim ki türkiye'de özel teşebbüsün gelişmesini istiyorsunuz. sistematik olarak devlet işletmelerinde yolsuzluğun alıp başını gittiğine dair haberler çıkarırsınız. bu, insanların şuur altında "devlet ekonomik faaliyette bulunursa suiistimal yapar" fikrini yerleştirir ve özelleştirme, özel teşebbüsün öne çıkarılması kolaylaşır. onun için bu provokatif eylemleri tek noktada aramak yanlıştır. -akp hükümeti, cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmelerini yaptı. o zaman insanın aklına geliyor, acaba burada da böyle bir yöntem kullanıldı mı? kesinlikle kullanıldı. özelleştirmelerin temelinde şu iddia var: diyorlar ki devlet herhangi bir işi yaptığı zaman verimsiz yapar. neden olduğunu da bilmiyoruz, ama bu bir kuraldır. her yerde aynı şeyi söylerler. o zaman da "mademki devlet bu işi verimsiz yapıyor, orduyu, polisi de özelleştirmek doğru olur" yaklaşımı insanlara mantıklı gelmeye başlar. -o halde yarın insanlar ankara'daki yönetimi de özelleştirelim diyebilirler. zaten gidiş o istikamette... amerika'da özel ellerdedir yönetim. yani devlet özel sektördür esas itibariyle. bizde de özenilen durum odur... burada şunu sormak istiyorum? bu özelleştirmelerle ekonomik güç kimin eline geçiyor ve bunun arkasındaki siyasi proje nedir? özelleştirme dendiği zaman, sanki hiçbir siyasi motifi, siyasi hedefi olmayan, sadece para kazanmak için en etkin biçimde çalışmak isteyen insanlardan söz ediliyor. o yüzden diyorum ki; türkiye'nin ekonomik köşebaşlarını kontrol eden güç hangi siyasal güçle irtibat halinde? bunların siyasi projesi nedir? ben bu tür soruların cevaplarıyla ilgileniyorum. bir şirket üçe mi satılmış, ucuza mı satılmış, pahalıya mı satılmış umurumda değil. kaça satılırsa satılsın! zaten ben böyle bir ekonomik kalkınma modeline de inanmıyorum. yok böyle bir kalkınma modeli... -siz aynı zamanda iktisatçısınız... evet, iktisatçıyım. ama o yönümle ilgili kimse soru sormuyor. -o yönünüz provoke mi edilmiş durumda? herhalde... eğer o konuda konuşsam herkesin konuştuğundan farklı konuşacağım. hiç değilse bu adamın o tarafını tutalım, diyorlar.ben bu projeye baktığımda başka bir şey görüyorum. mesela iktidarın politikasını bütün olarak algıladığımızda şunu görüyorum; ab'ye girmek istiyorlar. söyledikleri; bir medeniyetin parçası olmak... bunlar kesinlikle doğru değil. herkes avrupa birliği'nin zaten oluşmayacağını biliyor. ancak ab'ye girme bahanesiyle devletin elindeki ekonomik imkanlar alınabilirse, bu aynı zamanda türkiye'deki etkin gücün, yani ordunun siyasi gücünü de önemli ölçüde azaltır. herkesin zannettiği gibi askerin siyası gücü silahında değildir. o aynı zamanda, devlete hükmettiğinde tüm ekonomiyi de kontrol altına alabiliyor. eğer bunu kontrol edemezse, silah gücü ne olursa olsun, hiçbir şey yapamaz. -hükümet, ab sürecini ve o olguyu bir provokasyon aracı olarak kullanıyor? bunun adına provokasyon da diyebiliriz. siyasi hedeflerine varmak amacıylla bir araç olarak kullanıyor. diyor ki türkiye'de egemen bir güç var. yapacağımız şey; ab'ye giriyoruz bahanesiyle evvela devletin elinden ekonomik gücü alırız. sonra mgk'yı, orduyu, genelkurmay başkanlığı'nın yerini hukuki olarak düzenleriz ve türkiyede egemen güç değişir. bu bir ihtilaldir. iyi ya da kötü anlamında demiyorum,gözlem olarak söylüyorum; bir ülkede egemen gücün el değiştirmesi ihtilaldir. -peki pozitif provokasyon olur mu? bu, o provokasyonların sonucundan elde edilen duruma atfedeceğiniz değere bağlıdır. -var mı biz de böyle örnekler? vardır. mesela, ülkede bir düşmana karşı halkı bütünleşmeye çağırmak istediğiniz zaman pekala onun yapmadığı bir şeyi yapılmış gibi gösterirsiniz, o halkı ayağa kaldırırsınız ve bir düşünce etrafında bütünleştirirsiniz. daha açık bir ifadeyle; halk zaten yönetilir ve yönlendirilir. bunun hepsi bir provokasyondur. demokrasinin halkın iradesinin yönetime yansıması olarak ifade edildiğini biliyoruz. ama bundan daha büyük bir yalan olamaz. bu aslında organize gücün halk üzerinde yaptığı etkinin sonucudur. bu aktif olarak, yani bilgi vererek de olur, ortada tepkiler yaratarak da olur. halk bir dağ kadar sessizdir. halktan duyduğunuz ses, sizin verdiğiniz sesin yankısıdır. siz hangi türküyü söylerseniz onun yankısını alırsınız. -yani provokasyon aynı zamanda bir yönetim tarzı? tabi, tabi öyledir. türkiye böyle yönetiliyor. hep öyle yönetildi. -11 eylül de bu anlamda bir yönetme tarzının ürünü mü? amerika'da, mesela 11 eylül provokasyondur. -"el kaide diye bir örgüt yok, cia operasyonunun kod adıdır" dediniz.. evet... mağarada yaşayan bir adam, hiçbir teknolojinin imkanlarından istifade etmeden bütün dünyaya kafa tutabiliyor. dünyanın en tecrübeli istihbarat örgütleri arıyor ama bulamıyor. adamın kırk beş kilo geldiğini biliyorlar, tartıyorlar ama bulamıyorlar. bunlara inanmak kolay mı? -bunu planlayanlar bizim o fotoğrafa farklı bakmamızı engelleyecek psikolojik ortamı da hazırlıyorlar mı? farklı bakamazsınız çünkü bakış tarzını size veren medyadır. -bilinçli mi? bilinçlidir. ancak ülkede birden fazla güç odağı varsa, o zaman farklı bir ses duyarsınız. ama mutlaka, o farklı dediğiniz ses de başka bir güç odağının sesidir. halkın sesi değildir. hiçbir siyasi yöntemde halk iktidar olamaz. -halk ne olur o zaman? halk yönetilir. tarih boyunca yönetilmişsiniz. bütün büyük başarılarınız, imparatorluklarınız herhalde demokrasi içerisinde kurulmadı? şimdi birisi beni demokrasi düşmanı ilan edebilir. hayır, ben bu iyidir-kötüdür de demiyorum. ben, olay budur diyorum. irak'ın işgalinde olduğu gibi... -irak'a gelelim... irak'ın kuzeyinde, güneyinde saddam etkili değildi. petrol ihracatı, bm'nin kontrolündeydi. çocuklara süt alacak parası yoktu, açlıktan insanlar kırılıyordu. böyle bir ülkeyi işgal etmek için bana bir tek sebep söyleyin. o tarihlerde olayı analiz ederken uzmanlar büyük bir çatışma olacağını, uzun süreceğini söyledi. ben "bu, bitmiş bir operasyon" dedim ve "bu, çatapat operasyonudur" dedim. bitmiş bir işgalin şöleni olarak vasıflandırdım ve doğru çıktı. nitekim 21 günde, kazalar da dahil binin altında zayiatla bir ülke işgal edildi, hiçbir mukavemet olmadı. o zaman şunu söyledim: irak'ın işgali ile amerika'nın elde edeceği bir tek şey söyleyin bana. iç politikasında büyük bir yük altına girdi, dünya üzerinde prestijini kaybetti. irak'taki petrolü zaten amerika alıyordu. kuyuyu kontrol etmek için kuyunun başına asker dikmek gerekmez. -amerika yönetimi de provoke mi edildi? hayır. onu da söyledim. dedim ki, bu harekatın esas olarak hedefi türkiye'deki l5 tane üs ve tesis. kuzey cephesini açacağım, diyor. dedim ki, "harekat yok, kuzey cephesi istiyor. olmayan bir harekat için türkiye'nin her yerini istiyor. hedefi türkiye'dir." bunun mantığa aykırı bir tek noktasını söyleyin... ama planladıkları gibi olmadı, birinci teskereyle evi kiraya verdi, kiracı gelince, almıyorum seni içeri, dedi türkiye. -bitti mi bu iş? hayır bitmedi. şunu anlamamız gerekiyor; niçin gelmek istedi amerika? irak harekatı olmadan iki-üç sene evvelden beri şunu söylüyorum. abd, türkiye'yi kaybederse, amerika halkı atlantik'i turist olarak bile geçemez. sözlerim biraz abartılı ama olayın istikametini gösterir. -ortadoğu provokasyonlar açısından ideal bir yapı mı? bütün dünya provokasyonlar açısından idealdir, ama amerika en ideali. amerika'nın en eğitimli ülke olması ama buna rağmen provokasyonlara en açık ülke olması çelişki gibi. fakat bunun eğitimle alakası yoktur. herkes zannediyor ki eğitim insanları daha iyi düşünmeye zorlar. hayır; sirkteki aslanlar da eğitilmiştir ama o sahibinin istediğini yapar, insanlar sirk aslanı gibi eğitilirler. siz o zaman reflekslerinizden sıyrılır ve bir gücün kontrolüne girersiniz, dünyaya öyle bakarsınız. -bugüne kadar yapılmış en başarılı provokasyon sizce hangisidir? bence türkiye'de yapılmış en başarılı provokasyon 12 eylül öncesi yapılandır. 12 eylül öncesinde türkiye'de çatışan taraf yoktu. o tamamen bir operasyondur ve sonradan da gördünüz; solcular dediğimiz kişiler bugün devletin en muteber yerlerindedirler. eğer bu sonuca bakarsak şunu söylemek lazım: türkiye savaşı kaybetti ve teslim oldu. çünkü düşman saydıklarımız türkiye'yi yönetiyorlar. -dünyada? dünyada en önemli provokasyon 11 evlül'dür. -uluslararası ilişkilerde bir müzakere dili olarak kullanıldığı olur mu provokasyonun? her zaman bir koz olarak kullanılabilir. müzakerenin esasında vardır, karşı tarafı zor duruma düşürmek için onun kontrol ettiği alanlarda provokasyonlar yaparsınız ve bu provokasyonlar neticesinde sizin lehinize bir hava oluşabilir. -türkiye'nin dış politikasında örneği var mı? bir soruyu cevaplandırırsanız bu sorunuzun da cevabını bulmuş olursunuz. mesela ikinci dünya savaşı sonunda dünya paylaşıldı. fakat sonra biz, batı'ya gidişimizin sebebini rusların bizden toprak talebi olarak algıladık. yerimız belliydi ama biz, bizden toprak talep edildiyse batı'ya gidelim dedik. acaba stalin, amerika ile anlaşıp bizi batı blokuna vermiş de, kolaylık olsun diye böyle bir hava yaratmış olabilir mi? -yakın zamandan bir örnek... ingiltere'de metro istasyonundaki patlamalar çok iyi bir örnektir, ingiltere işgalci olmasına rağmen, hem müslümanlarla çok iyiydi, hem de müslümanlar ona irak'ta yokmuş gibi davranıyorlardı. metro operasyonu ile ortaya çıktı ki; ingilizler irak'tadır, müslümanların da düşmanıdır. ve böylelikle ingiliz halkı da müslümanların "terörist" olduğunu öğrendi. şık bir operasyondu ve bunun el-kaide tarafından yapılması mümkün değildi, olsa olsa bunu amerika yapabilirdi. yani, beni yalnız bırakıyorsun, bütün faturayı ben ödüyorum, biraz da sen öde demiş olabilir. -tekrar türkiye'ye dönelim... siyasi cinayetler, büyük tepkilerin oluştuğu cenaze törenleri, sert sloganlar, türk-kürt alevi-sünni, laik-antilaik ayrışma ve çatışmaları... hepsini yaşadık. son dönemlerde sokaklar yeniden hareketlendi; bayrak yakılıyor, üniversite öğretim üyeleri tepkili. yök- hükümet arasında gerginlikler var. rektörlere çankaya'dan özel davet geliyor... sizce bunlar da bir şeylerin habercisi mi? bunları provokasyon gibi değil de, iki tarafın hesaplaşmalarındaki hamleleri olarak görüyorum. doğru, rektörler de tavır alıyorlar, ama öbür tarafın da ilginç bir tavrı var. iki taraf da gereğinden fazla tepki veriyor. acaba bu olay van yerine batı'da bir ilde olsaydı yine kıyamet kopar mıydı? hayır. van olmasının çok önemi var. güneydoğu anadolu'daki siyasi mücadelenin bir parçasıdır bu olay. oradaki rektör talihsiz bk şekilde bunun aracı konumuna gelmiştir. isnat edilen suçu isledi ya da işlemedi onu bilmivoruz. burada metot şudur: "bu adam çocukken komşunun ağacından erik çalmıştı" derler gene başlatırlar bu tür bir olayı. ararsan, herkes için bulursun bir takım kusurlar... buradaki kavga, güneydoğu'da oluşturulan siyasi güçtür. bu güç giderek merkezi gücü etkisizleştkmektedir. -kimin gücü bu? bu güç güneydoğu'daki eskinin feodal ağaları, şimdinin ticaret ve siyaset burjuvazisinin gücüdür. bunlara ayrılıkçı falan demiyorum. bunların mecliste de büyük ölçüde siyasi güçleri vardır. oranın kontrolünün kimde olduğudur esas mesele. ayrıca kuzey irak'ta bir yapılanma var. türkiye'de de bir oluşum var. bir de, kuzey'de renkli bir devrim bekliyor azerbaycan'ı. o gücü bu tablonun içerisinde değerlendirmek lazım. -o satranç tahtası üzerindeki iki oyuncudan bir tanesi siyasetçi... türkiye'de siyaseti sadece siyasetçilerin yaptığını kim söylüyor ki. bu şimdiye kadar hiç olmadık bir şey. türkiye'de en az siyaseti siyasetçiler yaparlar. ben milletvekillerinin siyaset yaptığına pek şahit olmadım. -akp'nin provoke olabileceği en zayıf noktası nedir? bugün akp'ye yönelik iki yönden saldırıya geçilebilir. biri, ekonomik alandaki özelleştirmeler... yani köşe başlarına yeni gelenler büyük eleştiri konusu olabilir. ikincisi de, birileri siyasi ya da ekonomik kriz yaratmak için ekonomiyi dara düşürebilirler. ekonomide, eğer bir bozulma olursa akp bu yükü kaldıramaz. -dindarlıkları üzerinden.... dindarlık üzerinden yapılacak şey zaten çok ilginç. öyle bir dindarlık ki bu, küreselcilerle aynı söyleme sahipler. türkiye'de bir liberal-islam ittifakının olduğu da görülüyor. liberallerimizin en hızlılarıyla islamcılarımız arasında bir görüş beraberliği hasıl oldu ki, bu çok ilginçtir. -bu size sahici geliyor mu? ben şöyle söylüyorum, islamcıların aslında bir dünya görüşü yok. birilerinden kopya çekiyorlar. mesela ekonomiye baktığınız zaman, onların ekonomi politikalanyla kemal derviş'in ekonom politikası arasında virgül farkı bile vok. -bizde, provokasyonları önleme ya da organize etme açısından istihbaratın durumu nedir? çünkü fatura çoğu zaman onlara çıkıyor. türkiye'de bu oyunları oynayacak bir merci olsa bundan çok mutluluk duyacağım. hiç değilse türkiye için bir şeyleri düşünüyor, oyun da olsa oynuyor diyeceğim. benim en büyük sıkıntım, oyun bile oynamadıkları, sadece başkalarının oynadıkları oyunların seyircisi ve aleti haline düşmeleridir. hani bir gün kötülük de olsa yapabilseler... kötülükte olsa ellerinden geliyor diyebileceğim... ama herkes geliyor, türkiye üzerinde bir operasyonu gerçekleştiriyor. -yani mit fazla mı abartılıyor bizde? çok fazla abartıyoruz, başkalarının yaptığının faturasını da mit'e çıkartıyoruz. mesela 12 eylül'ü tezgahlayan tamamen yurtdışı odaklardı, bu artık iktisat kitaplarında bile "80 darbesi nato himayesinde yapılmış bir darbedir. amacı türkiye'nin batı'yla ekonomik bütünleşmesini sağlamaktır" diye geçiyor. bizimkiler engelleyemediler,engellemek için görmek lazım. göremeyen adam nasıl engeller. türkiye'deki güvenlik güçleri, "komünistler geliyor diyorlardı. komünist dedikleri herkes bugün türkiye'yi yönetiyor. ne öngördülerse tersi çıktı. ülkücüler, islamcılar muhafazakarlar hepsi iktidara geldi. demek ki, türkiye'yi yönetmek için bir ara türkiye'nin düşmanı ilan edilmek şart... -böyle konuştuğunuz için sıkıntı çekiyor musunuz? tabi çekiyorum. kendi dar hayatınızın içerisinde yaşıyorsunuz. yeteneklerinizi de kullanamazsınız, bir çok yerde yasaklısınızdır. medya başta olmak üzere bir çok operasyonlara da maruz kalırsınız. bir ara "pkk'dan para alıyor" dediler. halbuki ben kendi konumumdaki insanların en fakiriyim. kızımın evinde oturuyorum. bir tek arabam var. bir gün televizyonda gördüm, evvela şehit cenazelerini verdi, arkasından "mahir kaynak almanya'da görüldü" diyordu. ben yurtdışına kaçmışım... halbuki ben buradayım, hiçbk yere gitmedim. o sırada bana iki kişi geldi ve "hocam sizi öldürecekler, ama siz bu memlekete lazımsınız, biz seni kaçıralım, biz size pasaport hazırladık" dediler. o sırada benim pasaportum bile yoktu. işin ilginç tarafına bakın ki, bir televizyon benim yurtdışında olduğumu söylüyor, hemen ardından birileri de "seni kaçıralım" diyor. ikisi arasında bir ilişki var... -yıllardır görünenin haricindeki fotoğrafı okuyup, ona dair ciddi şeyler söylüyorsunuz ve söyledikleriniz bir müddet sonra gerçekleşiyor. fakat, her ne hikmetse yeteri kadar ciddiye alınmıyorsunuz gibi geliyor bana... bu bana karşı oluşturulmuş bir havadır. komplo teorisi yapıyor ve her komplo teorisinin içinde yalan vardır falan diyorlar. bu bir mücadele tarzıdır. ama herkesin benim için böyle düşündüğünü sanmıyorum. medyayı kontrol edenler, özellikle benim etkisiz olmamı istiyorlar. allah yeni provokasyonlardan korusun. hayat budur, bu işler böyle gider ve kitleler yönetilir. bunun adı demokrasidir, halkın iradesidir!... halkın iradesini yönlendirmeler bazen yetmeyebilir. bunun da çaresi vardır. mesela son seçim öncesi, bakmışlar ki, akp tek başına iktidara gelemiyor, mhp ve dyp de barajı aşıyor, birisi bir analiz yapıp şöyle demiş olmalı; "cem uzan'a söyleyelim de bize bir parti kursun." uzan partiyi kuruyor. onun kişiliği de önemli, zengin bir adam... bazen şöyle söylüyorum; "ben cem uzan kadar zengin olsam böyle lüks bir hayatı yaşayamam çünkü bu, parayla beraber bir de hayal gücü ister." böyle bir adam ilginç bir biçimde fakir fukaranın sözcüsü ve imf karşıtı oldu. mhp ve dyp'yi barajın altına itti. yüzde 30 civarında oyla akp de iktidara geldi. halk iradesi budur işte... o kaynak: mostar dergisi-kasim '05
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol