Özgürlük hareketi toplumsaldan bireysele dönüşen ahlakın itici gücüdür. Özgürlük ahlaksallaşma sürecine giremediğinde şiddet haline dönüşerek var oluşa yabancılaşır (Yakupoğlu, 1997;8). “Hürriyet başlı başına mutlaktır ve yalnız başına kendi kendine bir gayedir. Geri kalan her ne varsa vasıtadır. Başka tabirle, gerek kendimizdeki, gerek başkalarındaki nefsi beşer mutlak bir hürmetin konusudur. Beşer şahsına hürmet -Kant’a göre- ahlakın ve hukukun esasıdır.(Kropotkin, Etika; 1991;181)”
Şiddetin ahlakı yoktur. Şiddet sadece bir tekniktir. Ahlakın başladığı yerde şiddet geri çekilir veya yok olur. Ahlakın şiddete tamamen egemen olduğu durumlar yalnızlık, depresyon durumlarıdır (Yakupoğlu, 1996; 6/7). Şiddete başvurmadan önce birey amacını ahlakileştirmeyi dener. Bu olmayınca doğrudan doğruya amacını ahlak edinir. Amacını ahlak edinen birey vicdanını rahatlatacak gerekçeyi edinmiş olarak, gönül huzuru içinde amacına katkı sağlayacak şiddetin ve caniliğin her çeşidini hem cinslerine rahatlıkla uygulayacaktır.
Ünlü anarşist Bakunin’in aşağıdaki sözleri, amacını ahlak edinmiş bir meczubun ruh halini göstermesi bakımından ilginçtir. “Bu yüce davaya hizmet etmek için davulculuk yapmaya, hatta bir alçak olmaya hazırım; davayı saçımın bir telinin uzunluğu kadar bile ilerletmeyi başarırsam, bu bana yeter”.
Önderler; insanları dava diye adlandırdığı ve bizzat “kendi inşa ettiği alanda”ki mücadelede basit araçlar olarak görerek, onları kişisel onurlarından ve kimliklerinden koparmakla işe başlarlar.
Davanın yararına gerçekleştirilen her eylem ne denli adi ve çirkin olursa olsun meşru görülmelidir. Meşruluğun en önemli ilkelerinden birisi de ahlaki olmasıdır.
Çernişevski’nin “Ne Yapmalı” adlı ünlü romanındaki kahraman Rahmetov, “kendini katılaştırmak için pişmemiş ekmek yer ve çivili yatakta uyur. Kişisel bir yaşamı, karısı, dostları, onu amacından uzaklaştırabilecek aile bağları yoktur. Geleneksel toplumdan kendini ayırmak, boş sözler ve formalitelerle zaman yitirmemek için bilerek kaba bir konuşma ve davranış tarzı benimser. Parasını kişisel gereksinmelerine değil yoksul öğrencilere ve devrimci davaya hizmet etmek amacıyla kullanır”.
Dava uğruna kendilerini tamamen geri planda tutabilmek için dostlarından; ailelerinden, kişisel yaşamlarından, hatta isimlerinden vazgeçmeliydiler. İşutin’in sözleriyle bu amaca ulaşmak için hırsızlık, şantaj, hatta cinayet dahil her araca izin veriliyordu. Sahtekârlık, aldatma, masum insanların suçlanması, denetimlerini ele geçirmek üzere rakip gizli derneklere sızma gibi. Üyelerden birisi babasını zehirleyip mirasını davaya aktarmayı bile düşünebiliyordu. Özel ya da resmi kuruluşlarda silahlı soygunlar-sonradan “kamulaştırma” adı verilecekti- yapmak için planlar hazırlandı. Ama ana hedef Çar’ın ve adamlarının öldürülmesiydi. Eylem gerçekleştirilince, eylemi yapan teröristin son hareketi, dişlerinin arasına sıkıştırdığı cıvalı patlayıcının pimini çekerek kendini yok etmek olmalıydı (Paul Avrich,1991;59).
Davayı gerçekleştirmek için kurulmuş olan örgütler, genellikle, “tutkuyla ve hiç yorulmadan sadık kalan, kişisel çıkarlarından olabildiğince vazgeçen, insanları cezbeden; her şeyden, her türlü maddi konfor ve sevinçten, hırs, statü ve ünün getirdiği doyumlardan; yaşamak için, ya da bizzat ölümün kendisi için ebediyen vazgeçen” kişilerden meydana gelir.
Amaç edindiği davası için öğrenimini yarıda bırakan bir öğrenci, “kitleler eğitimsizdir; bu yüzden bizim eğitim almaya hakkımız yok. Halka dolandırılıp soyulduklarını anlatmak için çok şey öğrenmeniz gerekmiyor” demekteydi.
Ahlak haline gelen ve uğruna prangalar eskitilen bu efsunlu dava nedir acaba? Dava, kaptan Ahab için “beyaz balinanın öldürülmesi”idi, Lilliput devletinde iki hizibe ayrılan insanlar için ise; haşlanmış “yumurtanın kabuğunun geniş uçtan mı yoksa sivri uçtan mı kırılacağı” sorunu davaların davasıydı.