Selda Öztürk KAY'ın yazı dizisi
Türk sularında sinsi hesaplar
Türkiye’yi kontrol altında tutmak isteyen ülkeler ve işbirlikçileri, projelerimizi engellemek ya da yavaşlatmak için her yolu deniyor
Fırat,Dicle ve Manavgat’ın suyunun bölge ülkelerine satışı gündeme geldiğinde şirketler fırsat için kolları sıvamışlardı
Suların özelleştirilmesi konusunda çok uluslu şirketler değişik oyunlar sergiliyor. İsrail’in güney bölgelerimizden satın aldığı topraklar ise bu planın bir parçası.
Fırat ve Dicle’nin kullanımındaki sorunların özünde, devletlerin bu iki nehri farklı statülerde değerlendirmeleri yatıyor. Türkiye bu nehirleri ‘sınıraşan su’ olarak kabul ederken, Irak ve Suriye ise ‘uluslararası su’ oldukları konusunda ısrar ediyor. Dolayısıyla Türkiye kendi sınırları içinde kalan kısmında tam egemenlik hakkı olduğunu ileri sürerek, taraflar arasında hakkaniyete dayalı bir tahsis yapılmasını isterken, Suriye ise üç ülke arasında bir antlaşma yaparak kesin bir paylaşım talep ediyor. Suriye “doğal durumun bütünlüğü” ve “adil kullanım”, Irak “tarihsel kullanım hakkı”, Türkiye ise “kısıtlı ülke egemenliği” doktrinlerini ileri dayatıyor.
Sınırlar adeta yok sayıldı
Araştırmacı-Yazar Kudret Ulusoy, yeni çalışması “Küresel Ticaretin Son Hedefi Su Pazarı” kitabında, bölge ülkelerinin Fırat ve Dicle’nin kullanımı ile ilgili taleplerini şu şekilde anlattı: “Havza suyunun miktar olarak paylaşımı için, Irak, Ortak Teknik Komite kurulmasını istemektedir. Taraf ülkeler mevcut su ihtiyacını, yürüttüğü ve planladığı projeler için gereken su miktarını Komite’ye bildirecek ve bunların hesaplanarak Fırat ve Dicle suları matematiksel formüllerle hesaplanarak bölüşülecektir. Suriye de paylaşım için Irak ile aynı prensibi önermektedir. Suriye, ülkelerin almak istediği miktarların toplamının akarsuyun debisinden fazla olması durumunda, kalan miktarın oransal olarak her bir ülkenin istediği miktardan düşülmesini teklif etmiştir. Ayrıca Suriye Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun su konusundaki çalışmalarını bir an önce tamamlayıp kuralların konulması gerektiğini açıklamıştır. Paylaşımlar sırasında havza ülkeleri arasında çıkacak sorunlar Komisyon’un belirlediği kurallar çerçevesinde Uluslararası Adalet Divanı gibi hakemlik kuruluşları tarafından çözümlenmelidir. Paylaşım için Türkiye’nin önerdiği “üç aşamalı plan” ise şöyledir: İlk aşamada ülkeler arasındaki sınırlar yok sayılarak havzanın toplam su potansiyeli belirlenecek, ikinci aşamada bütün havza içindeki toprak yapısı, sulanabilir tarım arazileri, enerji üretimine uygun noktalar belirlenecek, son aşamada da sınırlar göz önüne alınarak su ve toprak yapıları karşılaştırılarak, her bölge için akılcı projeler üretilecektir.”
Özelleştirme oyunları
Suyun özelleştirilmesi için yapılan çabaları değerlendirdiğimizde, Türkiye ve su kaynakları üzerinde oynanan oyunları da açık ve net bir şekilde görebiliyoruz. Türkiye’de su kaybının önlenmesine ve suyun ihracına yönelik her tür önlemin bir an önce alınması ve suyun nakde çevrilmesi gerekiyor. Ancak tüm bu realiteye rağmen, Fırat, Dicle, Manavgat ve diğer su kaynaklarımızın ihracı çabalarında görüldüğü gibi uluslararası güçlerin çeşitli engellemeleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Ulusoy, küresel su ticaretinin baş aktörleri tarafından, Türkiye’nin ulusal su kaynaklarının açıkça hedef alındığını vurgulayarak, Türkiye’nin bu kaynaklarına sahip çıkması ve suyun ihracı karşısındaki her tür engele karşı mücadeleye hazırlıklı olması uyarısını yapıyor.
Manavgat Akdeniz için olduğu kadar Ortadoğu bölgeleri açısından da önemli bir su potansiyeline sahip.
AB’nin gözü GAP’ta
Ortadoğu’da, Türkiye’nin merkezinde bulunduğu “su” sorununda GAP’ın önemi tartışılmaz. Dünyanın en büyük 8. projesi olarak yaşama geçirilen GAP’ın stratejik konumu sadece Türkiye’nin değil komşu ülkelerin gündeminde de ilk sırayı alıyor. Enerji üretimi dışında hiçbir hedefin tutturulamadığı projenin tamamlanması için belirlenen tarih 2010. GAP’a yapılması gereken yatırım tutarının ancak yarısının (16-17 milyar dolar) gerçekleşmiş olması, bölgeye yatırım yükümlülüğünü yerine getirmeyen devletin özel sektöre kapıları açması ile sonuçlandı. GAP Bölgesi’ndeki sulanabilir topraklarda sulama açısından % 13’lük bir gerçekleşme olurken, yanlış ve fazla sulama ile 30 bin hektarın kurumuş olması de dikkat çekici. Sulamadaki başarısızlık dolayısıyla, bölgede sulamanın AB kontrolüne verilebilecek olması ihtimali gündeme gelmiştir. Türkiye ve bölgenin güvenliği açısından en fazla düşünülmesi gereken konu ise AB kontrolündeki GAP sulama faaliyetleri olacaktır. AB’ye yönelik “uyum yasaları” uyarınca, GAP İdaresi’nin ortadan kaldırılması ve 2007 yılında görev süresi biten GAP Bölge Kalkınma İdaresi’nin yerine bölgede 3 kalkınma ajansının devreye girmesi öngörülmekte.
Çok uluslu şirketler devrede
Dünya genelinde yapılan araştırmalara göre su kıtlığı çeken 22 ülkenin 14’ü Ortadoğu’da yer alıyor. Fırat-Dicle havzasının en büyük dezavantajı ise kendine has coğrafi, klimatolojik, hidrolik, ekonomik ve siyasi özelikleri olan bir bölgede yer alması. Ortadoğu’nun bu özellikleri, bölgede çıkan her sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Türkiye’de suyun ihracı açısından yapılan girişimlerde son 20 yıldır hiçbir sonuç alınamadığını anlatan Kudret Ulusoy, özellikle İsrail’le olan ikili ilişkilerin gelişmesi üzerine, bu kez de Manavgat Çayı suyunun İsrail’e ihracının gündeme geldiğini belirtiyor. “Gerek Fırat ve Dicle, gerekse Manavgat suyunun ihracının gerçekleştirilememesi, ister istemez dünya su pazarına hakim olan çok uluslu şirketlerin parmağının olup olmadığını akla getirmektedir” diyen Ulusoy, bu tezini şu sözlerle açıklıyor: “İsrail’in önce Manavgat suyunun transferini önermesine ve hatta tankerlerle taşınması için ihaleler açmasına rağmen, daha sonra bundan vazgeçip 80 km’lik Manavgat çayının, güvenlik ve temizlik sağlamak amacıyla sağlı sollu 2 şer km’lik alanıyla birlikte tamamının 40 yıllık süreyle tahsisini istemesi ilginç bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Gerek Fırat ve Dicle gerekse Manavgat suyunun ihracının, söz konusu çok uluslu şirketler tarafından engellenmesi uzak bir ihtimal değildir. Çünkü; su uzmanlarınca; tuzlu deniz suyunun arıtılmasının aynı zamanda enerji üreticilerine de bağımlı olması nedeniyle, çok daha pahalıya mal olacağı ifade edilmesine rağmen, daha düşük maliyet gösterilerek İsrail’de deniz suyunun arıtılması yönünde ihaleler engellenmektedir.”
Asıl amaçları denetimi ellerinde tutmak
Türkiye’nin “yalnız” bir ülke olduğunu söyleyen ASAM Uluslararası Hukuk Danışmanı Doç. Dr. Sadi Çaycı, Batı ülkelerinin GAP gibi uzun vadeli kazanç sağlayacak ulusal nitelikli projelerimize bakış açısını şu sözlerle anlattı: “Batılı ülkeler, Türkiye’nin uluslararası toplum içindeki yalnızlığından da yararlanarak ülkemizi denetim altında tutmak ve kendi belirledikleri sınırlar içine hapsetmek istiyor. Türkiye’nin belli bir çizgiyi geçmesini önlenmek için ne mümkünse yapıyorlar. Buna en yakın örnek Ilısu Barajı’dır. 2006 yılı Ağustos ayında inşaat faaliyetleri başladığında başta sivil toplum örgütleri olmak üzere, bilim adamları, aydın kesim veryansın etti. Tarih sular altında kalacak endişesiyle başlayan bu tepki, sivil toplum örgütlerinin masum reaksiyonu olabilir. Ancak iş burada bitmedi. İngiliz bir firma, inşaat aşamasında görev alacakken daha sonra elini çekti. İtalyan bir firma yine aynı şekilde çekildi. İsviçre’nin bir bankası kredi verecekti vazgeçti. Bütün bunlar, bazı ülkelerin belli amaçlara yönelik bir planı bilinçli olarak uygulamaya koyduğunu gösteriyor.
Türk sularını Ortadoğu’ya ve İsrail’e pazarlamak için güney bölgelerimizde güzergah çalışmaları da yapılmıştı
İsrail boşa toprak almıyor
GAP Bölgesi’ne ilgisi öteden beri bilinen İsrail’in “su politikaları” da Türkiye gündemini zaman zaman meşgul ediyor. Aslında İsrail’in dış politikasını şekillendiren en önemli unsur, bu ülkenin tartışılmaz su ihtiyacı. Çünkü İsrail önümüzdeki yıllarda çok ciddi bir su krizi ile karşı karşıya. İsrail su krizini aşabilmek için çoğu uluslararası hukuka göre illegal olan çeşitli projeler geliştirdi. Sürekli artan nüfusuna su sağlamak için; Ürdün (Şeria) ırmağı, Celile Denizi ve Yarmuk ırmağından boru hatları ağıyla Tel-Aviv’e su pompalıyor. İşgal altındaki Batı Şeria’nın hemen altında yer alan ve yağmur sularıyla beslenen su katmanları da İsrail’in elinde. Tüm bunlara rağmen bu ülkenin su ihtiyacı bitmediği için, yeni planlar ve projeler el altında bekletiliyor. İsrail’in yeni su projelerinin merkezinde, GAP yer alıyor. Güneydoğu Anadolu Projesi’ne ilgisini gizlemeyen İsrail, bu yönde son derece sistemli adımlar atıyor. Bölgede önce arazi alımlarıyla dikkat çeken İsrail, Türkiye ile tarımsal işbirliğine önem veriyor. Arazi alımları son yıllarda artarken, İsrailli uzmanların 90’lı yılların başında Türk Tarım Bakanlığı’nda bir “İsrail masası” oluşturulması yönündeki talebi de hala hafızalarda. Finans şirketleri de boş durmuyor ve GAP’a kredi sağlayarak ilişkileri sıcak tutma çabasını sürdürüyor. İsrail’in GAP’a ortak olma çabasının altında, Fırat sularını kontrol etme niyeti yatıyor.