Lapsekili
  su sorunu(5)
 
Orta Doğu’da uyumayan sorun:Su (5)

 

Selda Öztürk KAY'ın yazı dizisi

Ana firma, yani uluslar arası dev şirketler arka planda kalarak, kamuoyunun tepkisini almadan su pazarını ele geçirmeye başlıyor

Suyun yabancı uluslar arası tekellere verilerek özelleştirildiği
ülkelerde su aşırı pahalı olmuş ve fakir halk bunu ödeyemez hale gelmiştir

Ankara ve İstanbul pes ettirilecek
Su kesintileri her iki şehirde de ciddi kırılmalar yaratacaktır. Devletin su hizmetlerine yetmediği (!) ortaya çıktıktan sonra özelleştirmenin önü de açılmış
olacak

Hükümetin, daha önceki özelleştirmelerde kullandığı yöntemi, su yönetiminde de kullanması ve kamu yönetiminin bu alandaki verimsizliği ve etkinsizliği iddialarını ortaya atması bekleniyordu. 2007 yılı ortalarında, küresel ısınma ve su kaynaklarının yetersizliği bahanesiyle, özellikle büyük şehirlerde su sıkıntısı yaşatılmaya başlandı. Hukukçu Prof. Dr. Anıl Çeçen, Türkiye’deki belediyelerin tek tek küresel politikalara teslim olmaya başladığını ileri sürerek, “Bu politikalar doğrultusunda, devletin elindeki milli ve doğal kaynaklar da tek tek dışa açılmaya başlandı. Zaten, AB sürecinde Fırat ve Dicle’nin uluslararası yönetime devri de gündeme gelmişti” dedi.

Psikolojik baskılar var
Anadolu’daki tüm su havzalarının İsrailli firmalar tarafından tek tek işaretlendiğini ve bu bölgelerin yine aynı firmaların paravan şirketleri, hatta bizzat kendileri tarafından yavaş yavaş kapatılmaya başlandığını belirten Çeçen, Ankara ve İstanbul’daki su kesintilerinin de psikolojik bir baskı amacıyla kullanıldığını savundu. Çeçen şöyle konuştu: “Amaç, Ankara ve İstanbul’u pes ettirmek. Susuz bırakarak köşeye sıkıştırmak. Su kesintileri her iki şehirde de ciddi kırılmalar yaratacaktır. Devletin su hizmetlerine yetmediği (!) ortaya çıktıktan sonra özelleştirmenin önü de açılmış olacak. Bundan sonra ise Anadolu’nun su kaynaklarının İsrailli firmaların eline geçmesi gündeme gelecek. Seçimlerden hemen sonra Yahudi lobisinin doğrudan devreye girmesi ve İGDAŞ’ın satın alınması için temaslara başlanması bunun göstergesidir.” Prof. Dr. Anıl Çeçen, bir dönem Necmettin Erbakan’ın gündeme getirdiği “yağmur bombası”nın da alternatif bir yol olduğunu belirterek “Ne hikmetse bunların hiçbiri denenmiyor. Birileri imkan geliştirmek varken, su işini yürütemeyiz deyip özelleştirmeyi hesaplıyorlar. Su kaynakları da bizim elimizden çıkmaya başladı. Çok ciddi bir senaryo hayata geçiriliyor” şeklinde konuştu.



Tekeller fırsat kolluyor
Kaynakları tükenen ulusal devletler, yabancı sermayeye muhtaç hale getirilerek yağma için zemin hazırlanıyor. Kamu yararını gözardı eden ve elindeki imkanları kullanamayan hükümetlerin ise peşkeşte büyük payı var

Enerji üretiminde 2000’li yılların başına kadar politika üretemeyen Türkiye, yeni arayışlara başladı. Suyu değerlendirmek için başvurulan yöntemler arasında öncelikle büyük şehirlerdeki suyu kesmek yer aldı. Halkın su sıkıntısı çekmeye başladığı ve “çaresizlik” içinde kıvrandığı bu dönemde “Suyun özelleştirilmesi” hamlesi AKP tarafından gündeme getirildi. Dünyada suyun özelleştirilmesi konusunda tek söz sahibi ise uluslararası su tekelleri. Bu tekellerin yöntemi ise şöyle: Türkiye’de yaşanan süreçten de anlaşıldığı gibi, önce dünyadaki su kaynaklarının giderek azaldığı yönünde propaganda yapılıyor. Daha sonra yerel yönetimlere verilen kaynaklar kısıtlanarak suyun özel sektöre devri gerçekleşiyor. IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarıyla başlatılan “Özelleştirme” uygulamalarına sivil toplum karşı çıkıyor. Ancak IMF ve DB güdümlü su politikaları, “kredi musluğunu kesme” ve kaynakları tükenen yerel yönetimleri “yabancı sermayeye muhtaç etme” ilkeleri üzerine kurulduğundan, kısa süre içinde devreye uluslararası su tekellerinin temsil ettiği özel sektör giriyor.

Yabancı şirketler gizleniyor
Suyun özelleştirilmesi ile ilgili olarak genelde Alman modeli örnek alınıyor. Bu modele göre, su kaynaklarının özel sektöre ve özellikle de yabancı şirketlere devrini gerçekleştirmek isteyen ülkeler, kamuoyundaki tepkileri yatıştırmak için önce ulusal firmaları öne çıkarıyor. Ana firma, yani uluslar arası dev şirketler arka planda kalarak, kamuoyunun tepkisini almadan pazarı ele geçirmeye başlıyor. Türkiye’de son dönemde yaşanan olaylar, bu süreçle olağanüstü benzerlikler göstermesi açısından son derece dikkat çekicidir. Türkiye’de “küresel ısınma” nın yol açtığı su krizi kapıya dayanırken, uzmanlar bu sıkıntının temelinde küresel ısınmadan çok, uygulanan yanlış politikalar olduğu konusunda görüş bildiriyor. Suçlunun küresel ısınma olduğu konusunda ısrar eden iş başındaki hükümet ise, ülkedeki su sıkıntısını aşmanın yolunun “Özelleştirme” den geçtiğini savunarak taslak çözüm paketleri hazırlığına girişti bile.

Tahkim ve peşkeş dönemi
Tüm bunlar gözönüne alındığında Türkiye’de suyun özelleştirilmesinin sonucunda ortaya çıkacak tablo son derece ürkütücü. Su, özelleştirilecek bir meta haline gelecek. Bunu fiyat artışları izleyecek. Suyun yabancı uluslararası tekellere verilerek özelleştiği ülkelerde su pahalı olmuş ve halk bunu ödeyemez hale gelmiştir. Dolayısıyla halkın sadece belli bir kesiminin suya erişimi ve uluslararası su tekellerinin yönetiminde başat hale gelmesiyle tahkim süreçleri ve peşkeş gündeme gelecek.



Yap-İşlet-Devret modeli
AKP Hükümeti, su krizini çözmek için Türkiye genelindeki havzaları, sulama ihtiyacını da dikkate alınarak bölgelere ayırmayı planlıyor. Hükümet, göletleri Yap-İşlet-Devret modeliyle özel sektöre açmayı planlıyor. Bunun için akarsu ve göletler Yap-İşlet-Devret modeli ile 49 yılı geçmemek üzere özel sektöre devredilecek. Hükümetin akarsuları satma politikası kapsamında 12-13 akarsu var. Hükümet bunlardan yaklaşık 3.1 milyar dolar gelir bekliyor. Bunların içinde Fırat’ın sularının üzerindeki Atatürk ve Keban gibi barajlara giden sular da yer alıyor. Kısacası özelleştirmelerde sıra memleketin sularına da gelmiş görünüyor.


Kamu yararı gözetilmeli
Bu arada, Hükümetin yeni projesi olan su kaynaklarının özel sektöre devrinin Anayasa değişikliği gerektirip gerektirmediği sorusu gündeme geliyor. Anayasa’nın 43’üncü maddesinde “deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla , deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil yerlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir” ifadeleri yer alıyor. Örneğin, ABD’de su kaynakları ile ilgili işlerin planlanması, projelendirilmesi, inşaatı ve işletmesi ile çevre konuları Amerikan Ordusu tarafından yönlendiriliyor. Su, İsrail, Güney Afrika, Kuzey İrlanda ve Avusturya gibi pek çok ülkede de devlet denetiminde.

Dev şirketler devreye giriyor
2006 yılında İngiltere Büyükelçiliği’nin organizasyonuyla, British Water başkanlığında Ankara’ya gelen 8 İngiliz firma yetkilisi “Su Sektöründe İşbirliği Olanakları” konulu bir seminer düzenledi. Seminer sonrası, İngiltere Büyükelçisi Westmacott, iki ülkenin su sektöründeki işbirliğinin giderek güçlendiğini ve daha büyük adımlar atılması için stratejiye bağlandığını müjdeledi! Bunun hemen ardından, İngiltere Türkiye’de görev yapması için bir Çevre Müsteşarı atadı. Ankara, Haziran sonunda da çok ilginç bir uluslararası toplantıya ev sahipliği yaptı. Hazırlıklarına geçen yıl başlanan toplantının amacı “şehircilik” merkezli görünüyordu. Glocal Forum adlı, İtalya merkezli uluslararası kuruluş tarafından düzenlenen etkinliğe dünya çapında katılım oldu. Glocal Forum adlı kuruluşun yönetim kurulu başkanı, İsrail gizli servisi Mossad’ın en ünlü elemanlarından biri olan David Kimche... Kimche, 2005’te de Ankara’ya gelmiş ve Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’le görüşmüştü. Başında Kimche’nin bulunduğu Glocal Forum, Gökçek’e bir de ‘barış ödülü’ verdi. İsrail, bu arada elindeki gelişmiş su teknolojilerini kullanarak Kıbrıs’ta da yeni bir senaryoyu hayata geçirmeye başladı.


Susuzluk kapımıza dayandI
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Başkanı Fahri Özten, bugüne gelinmesinin tek sorumlusunun plansızlık olduğunu belirterek, su yönetimi konusunda yaşanan sıkıntılara yenilerinin ekleneceğini ileri sürdü. Özten, şunları kaydetti: “Türkiye’nin neo-liberal politikaların uygulayıcısı haline geldiği günümüzde, bu politikaların savunucu aktörlerinin su konusu hakkında söylediklerine bakıldığında, belli noktaların ön plana çıktığı görülmektedir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası’nın görüşleri, entegre havza temelinde, uluslararası işbirliğinin ve işletmede kamu-özel ortaklıklarının kurulması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi, sivil toplum kuruluşlarının üzerinde birleştikleri entegre havza temelinde kamu-özel ortaklıklarını iyi okumak gereklidir.”

Fiyatlar artacak
Nitekim, İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temini Projesi (Yuvacık Barajı), Antalya Su ve Atıksu Genel Müdürlüğü’nün görev ve sorumluluklarının Fransız şirketi ANTSU’ya devri, Çeşme Alaçatı Su Temini ve Kanalizasyon Projesi, Dünya Bankası kredileri ile hayata geçirilmiş, projeler ile gelen su özelleştirmelerinin, su fiyatlarında artışlar, yatırımların gecikmesi, belli kesimlerin su hizmetinden yararlanamaması ve uluslararası tahkim gibi sıkıntılar rahatlıkla görünür hale gelmiştir. Avrupa Birliği sürecinde Fırat ve Dicle nehirlerinin özelleştirilmesi de gündeme gelecek.




-BİTTİ-

 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol